Karma sınıfın öğrencileri yavaş yavaş kaynaşmaya başlamışlardı.
Çantasından güvercin ve köpek tortu çıkan Piç Hamza’yı bile sevip benimsemişlerdi.
Aralarına almakta bir sakınca görmemişlerdi.
Okul çıkışlarında onunla yollarını ayırsalar da, okul içinde muhabbet tam gazdı.
Laz Öğretmen o sene flüt istedi öğrencilerden.
Blok flütü olmayanı derse almayacağını söyledi.
Ama öyle bir söyledi ki, söylerken gülüyordu.
Samimi değildi yani söyleminde. Biliyordu sınıfın yarısının flüt alamayacağını…
***
İlk derslere birkaç kişi flüt getirse de, sınıfın genelinde flüt ve müzik defteri hak getireydi.
Bu durumu gören Laz Öğretmen yılmadı.
Dersin birinde sınav gibi bir şey yapacağını, her öğrencinin buna katılımının mecburi olduğunu belirtti.
İlk sıradaki öğrenciye yanaşarak, “Şimdi bana bir şarkı veya türkü söyleyeceksin, söylemen mecburi. Utanmayacaksın, çekinmeyeceksin. Seninle dalga geçen, gülen, sırıtan olursa aldırmayacaksın. Çünkü sıra onlara da gelecek!”.
***
Çok ciddi bir yüz ile söylemişti bunu öğretmen.
İlk sıradaki öğrenci yüzü kızara bozara, utanarak ve çekinerek mırıldanmaya başladı.
Öğretmen, şarkının yarısında teşekkür ederek diğer öğrenciye geçti.
Sonra diğer öğrenciye, ardından diğer öğrenciye…
Sıranın kendisine yaklaştığını görenler de kızarıp, heyecan yapmaya başladılar.
Şişko Muharrem’de ise aşırı bir sakinlik söz konusuydu.
Hatta sevmişti bile bu işi.
***
Sıra kendine geldiğinde oturduğu sırada biraz doğruldu, adeta gırtlağını temizler gibi yutkundu, hafif gerindi.
Sınıfa içli, gür ve tiz bir ses yayıldı:
“Bugün dost yaralanmış yine gönlüm hoş değil/ Her yanı parelenmiş yine gönlüm hoş değil…”
Türkü böyle uzadı gitti.
Laz Öğretmen bir türkü daha istedi Şişko Muharrem’den.
Diğerini noktalar noktalamaz bu sefer az öncekinin tam tersine daha pes bir ses ile türküye giriş yaptı Şişko Muharrem:
“İşte gidiyorum çeşm-i siyahım/Önümüze dağlar sıralansada…”
Sınıfın yarısı türkünün sözlerini anlamamıştı…
***
Laz Öğretmen elindeki kağıt kaleme direk Muharrem’in adını ve okul numarasını yazdı.
Onun bir arkasında oturan içine kapanık, çekingen, sessiz Osman da o günlerde piyasaya çıkan ama dinleyenlerin yüz sene önce yakılmış türkü sandığı “Kara Tren” türküsünü patlatıverdi.
Normalde adını söylerken çekinen ve kızaran Osman’ın bu hünerine sınıftakiler de şaşırmıştı.
Sonra Dursun…
Kambur Dursun adeta kendini ve hayat hikayesini anlatan bir türküyle katılmıştı bu seçmeye:
“Bunca gamı bunca derdi/ Mevlâm yalnız bana mı verdi ?”
***
Laz Öğretmen karma sınıftan üç beş öğrenci ismi almayı başarmıştı.
Diğer sınıflardan da bir o kadar öğrenciyi gün yüzüne çıkarınca kafasındaki koroyu kurmuş olacaktı.
Çok yakında çalışmalara başlayacak, öğrencilere önce nota, solfej öğretecek, sonra repertuar oluşturacaktı.
***
İlk görev yerinde bu konuda duyduğu heyecan zirvedeydi. Lakin öğrencilerin nota öğrenemeyeceği korkusu yüreğine oturmuştu.
Tecrübeli meslektaşları nedense bizim öğrencinin ısrarla İngilizce ve nota öğrenemediğini kendisine vurgulamış ve ‘beklentini yüksek tutma’, ‘derslerde iki türkü çağırttır yeter’ gibi onun şevkini kıran cümleler kurmuşlardı.
Ama o bu koroyu hayata geçirecek, öğrencileriyle birlikte konser bile verecekti.
Düşündü, ‘hiç notayı sökemezlerse, ben de onları kulaktan çalıştırırım, kara düzen okurlar’ dedi kendi kendine.
Laz Öğretmen hayalindeki koroyu kurmuştu…